24 Ekim 2010 Pazar

ALEMDAR (Tohum ve Toprak) / Şehir Tiyatrosu

2010-2011 Şehir tiyatroları biletleri satışa çıkınca, hemen bu sene ilk defa sahnelenmeye başlayacak oyunların yönetmenlerine bir göz attım ve ahhaaa! Engin Alkan 'ALEMDAR' adlı bir oyunu yönetiyordu.
İnternette (kendi çapımda :) ) bir araştırma yaptım ama sonuca ulaşamadım oyunun konusu hakkında (ancak şimdi koymuşlar oyunun detayını).


Siz okuduğunuzda başlığı 'Alemdar (Tohum ve Toprak)' hakkında ne düşündünüz? İşçilik ve emek  konseptinde bir oyuna gittiğimi sanmıştım, bilemedim Osmanlı'nın en önemli Sadrazamlarından birinin oyuna adını verdiğini.


İzninizle kısaca Alemdar Mustafa Paşa'nın tarih sahnesindeki rolünden bahsetmek istiyorum.
Yıl 1755, Mustafa Paşa, Yeniçeri Hacı Hasan Ağa'nın oğlu olarak Hotin'de dünyaya gelir. Kendisi de yıllar sonra Yeniçeri ocağına girecektir. Zamanla Rusçuk Ayanlığı'na kadar yüselir.
1808 yılında Kabakçı isyanı sonucunda 4. Mustafa, 3. Selim'i tahtından eder. Bu olay üzerine Alemdar Mustafa Paşa, Rusçuk'tan İstanbul'a gelir, 4. Mustafa'yı tahttan indirir ve yerine şehzade 2. Mahmut'un padişah olmasını sağlar.
Alemdar Mustafa Paşa, Yeniçeri ocağının yerine Sekban-ı Cedid'in yani düzenli ordunun gelişmesini ister. Padişaha mutlak otoritesini sarsacak 'Sened-i İttifak' anlaşmasını imzalatır. Bu gelişmeler sonucu ne Yeniçeri Ocağı ne de 2. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'ya sempati ile yaklaşmamaktadır tahmin edersiniz.
1808 yılının Kasım Ay'ında Yeniçeriler isyan eder, amaçları Alemdar'ı öldürmektir.
Alemdar Mustafa Paşa Saray'dan kendisine gelecek yardımı bekler, nafile ... Anlayınca kimsenin onu kurtarmaya gelmeyeceğini, evindeki cephaneliği ateşe verir ve kendi ile beraber evinin etrafını saran yüzlerce Yeniçeri'yi öldürür.
2. Mahmut, kendisinin bir zamanlar hayatını kurtaran Paşa'ya neden yardım etmedi? Bu davranışının sonunda ne hissetti? gibi soruların cevabını ALEMDAR adlı oyunu izlediğinizde bulabilirsiniz.


Genel olarak oyunu değerlendirdiğimde, dekor ve ışık güzeldi, zaman zaman takılsalar da oyunculuk da beni tatmin etti.
Keşke konuyu bilerek gitseydim, bol diyaloglu ve özel isimli sahneleri daha iyi anlardım.


Yazıma oyunun Diyarbakır doğumlu ve 2001'yılında hayata gözlerini yuman yazarı Orhan Asena'nın şu sözleri ile son veriyorum :

'Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… 


Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır.
…sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. '

Daha fazla bilgi için TIKLAYABİLİRSİNİZ

18 Ekim 2010 Pazartesi

OBEB (ortak bölenlerin en büyüğü) / Altıdan sonra tiyatro

Daha önce Kumbaracı50'den bahsetmiştim.
Bugün Kumbaracı yokuşundaki sahnelerinde OBEB adlı oyunlarını izledim.

Oyuncuların kıyafetleri ile 40 sene öncesine gidiyoruz . Bir de çevirmeli telefonumuz var 'zırrr zırr' çalan. Nostaljik bir başlangıç yapıyoruz oyunun başında anlayacağınız.
Bir psikoloğumuz, bir psikolog yardımcımız :) ve birbirinden farklı DÖRT kadın karakterimizle yolumuza devam ediyoruz.
Hemcinslerimle gurur duydum. Hepsi birbirinden başarılıydı. (Erkekler de başarılıydı canım, ama kızlara torpil geçesim geldi.)

Yazar Yiğit Sertdemir'in 'Bekleme Salonu' oyununu izlemiştim daha önce. Yine kapalı bir mekan içinde geçiyordu ve bol diyaloglu idi.
O.B.E.B de aynı şekilde bol sohbetli bir oyundu, oyuncuların ne dediğini hiç kaçırmamanız gerekiyor. Bu anlamda seyirciyi biraz yoruyor.
Ancak taşlamalar, tespitler, hisler güzel aktarıldığı için ve hikaye de BİZDEN olduğu için sıkılmadan iki perde de su gibi akıp geçiyor. (Türk yazarların eserlerini okumayı, seyretmeyi daha bi seviyorum)
Politik taşlamalarla dolu ve aynı zamanda eğlenceli de olmayı başarabilen bu oyunu görmenizi tavsiye ederim.
Ekibin şu iki oyununu seyretmek istiyorum bundan sonra : '444' ve 'Öldün, duydun mu?'

Eğer O.B.E.B. (Ortak bölenlerin en büyüğü)'ne bilet almak isterseniz, bu siteyi ziyaret edebilirsiniz :
http://www.kumbaraci50.com/

10 Ekim 2010 Pazar

Skhizein / İzlenesi bir kısa film

Bu animasyonu çok çok seviyorum.
Bugün bir kere daha izledim, tekrar aynı kuvvetli etki.
Skhizein bir Fransız animasyonu, dünyaya meteor (astroid değil!) düşer ve Henry Debrus'un bilinci bedeninden 91 cm öteye gider. Bu şekilde yaşamalıdır artık.
Kötü kaderini değiştirmeye çalışır çünkü kapı algıladığından 91 cm. ötededir, telefon da öyle. Artık her şey 91 cm. uzağındadır.Sadece o böyledir.
Herkesten farklı olmaya, depresyona, dünyasını değiştiren yeni düzenine alışır mı insan?
Bilmem...
Ben çok konuşmayayım, 13 dk.nız varsa size iyi seyirler..

'Ben normaldim, o olay olmadan önce...'


Skhizein from echo on Vimeo.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Abant Gölü / BOLU * Narnia Günlükleri*

Bolu'dan bildiyorum sayın blogseverler.

Yolculuğumuz uykulu gözlerle sabah 8'de başladı.

GPS'imiz olmasına rağmen, tanımlayamadığım, içten gelen kadınsal dürtülerimle Engin'e:
 'hayır Kaynaşlı Sapağından dönecektin',
 'neden Kozyatağı'ndan çıktık E-5'e' gibi serzenişlerimle yolculuğumuz devam etti.

Sonra otoban, yağmurun güzelleştirdiği orman manzarası derken, karşı şertitten gelen arabanın üzerindeki karla kısa süreli bir şaşkınlık yaşadık.

Meğer  gri ile başlayıp, yeşil ve kahverengi ile devam eden yolculuğumuz, BEYAZ ile sonuçlanacakmış.



Sonuç:
Abant Gölü'nün kenarında, şu an yıllık izninin bir bölümünü kullanan Noel Baba ile biramızı içiyoruz. Kendisi büyük güne sayılı günler kala basına fotoğraf vermek istemedi, anlayışla karşılayacağınızı umuyoruz. 
Bizden size sevgiler, saygılar ...





8 Ekim 2010 Cuma

Dört kişilik bahçe / Murathan Mungan

Hüzün'den gerçekten hoşlanmıyorum. Defalarca yazıp, sildim bu kelimeden sonrasını. Nedenlerini açıklamak için yazdım ama sonra kendi hüzün hikayelerimle bu alanı meşgul etmek ve kendimi hüzünlendirecek sözler bırakmamak için sildim.


Aslında bu post'un nedeni bu akşam seyrettiğim tiyatro oyunu. Murathan Mungan'ın 'Son İstanbul' adlı kitabındaki 'Dört kişilik bahçe' adlı oyun Şehir Tiyatrolarında bu sene sahnelenmeye başladı, hatta çok taze, bugün 2. kez seyre çıktı.


Oyun baştan sona hüzün... Dekorun ana teması sonbahar yaprakları içinde eski bir köşk...

Karakterler üzgün, mutsuz, hayattan beklentileri gerçekleşmemiş ve (bazıları) mutluklarını erteleyen kişiler. Kimi zaman bizden biri anlayacağınız.
Murathan Mungan Mardin doğumlu ve Üniversitede Tiyatro okumuş bir yazar, öyle de güzel işlemiş ki kişileri, ilişkileri ...
Kalp kırıklıkları olan aile fertlerini izlerken ister istemez siz de kendi ilişkilerinizi sorgulayacaksınız.

Ben daha çok, sıkıcı olan hayatımızı renklendirmek için herbirimizin günlük çabalarını düşündüm. Aslında ne kadar da sıradan herkes özünde ve pek çok değer ne kadar genelgeçer.

Hüznü sevmiyorum diye başlamıştım, şu an içim hala acır durumda, bu duyguyu yaşamaktan hoşlanmadığım için böyle söyledim. Dün akşam da 'Alaycı Kuş'u bitirmiştim, bir posta da o kitap acıtmıştı içimi zaten.

Artık bir şekilde resetleyeceğim kendimi inşallah. :) (Sanki zorla izlettiler, bile bile gittim, içimi kararttım işte)

Sonbahara yakışır bir tiyatro oyunu, Bence Nisan programında olmayabilir :) Sade vatandaş olarak, genel hatlarıyla beğendim pek çok detayı.
Oyun tek perde idi toplamda 1,5 saat sürüyor, fazla bunaltmadan ve gözleri buğulandırarak sonlanıyor.

Son olarak Tolstoy'un, Anna Karenina romanından alıntı yaparak, o meşhur tespiti paylaşasım geldi:
 ''Mutlu aileler hep birbirinin aynıdır; mutsuz ailelerde ise her ailenin mutsuzluğu kendine özgüdür''


6 Ekim 2010 Çarşamba

BORCAM efsanesi

Benim de var böyle anılarım, annemin hele saymakla bitmez bir borcam sirkülasyonu olmuştu :)

4 Ekim 2010 Pazartesi

Ezel'de bahsi geçen kitaplar

Enginciğim her Pazartesi heyecanla oturuyor TV karşısına, onunla birlikte ben de kısmen izliyorum Ezel’i. Çoğunlukla elimde bilgisayar Friendfeed, twitter ve blogları dolanırken.
Bu akşam düşündüm yeğen, önemli olan Ezel izlemek değil, izlerken düşünmek, düşünürken eğlenmek. Ama gün gelir bir bakarsın, düşündüğün kadar var olmuşsun yeğen ... :p :) artık ne kadar becerebildiysem o beylik lafları idare ediverin.  :)

Şimdiye kadar Ezel’de kah kapağı görünmüş, kah okunmuş, kah içinden alıntılar yapılmış kitaplar şöyle :

Sefiller / Victor Hugo

Alamut Kalesi /  Wladimir Bartol

Semerkant / Amin Maalouf

Rubailer / Ömer Hayyam

Monte Cristo kontu / Alexandre Dumas

Divan-ı Kebir / Mevlana Celaleddin Rumi



Babalar ve oğullar / Ivan Sergeyevic Turgenyev



Kelebek / Henri Charriere

Benim de Ezel seansım bu gece kitap çıkarımlarımla tamamlanmış oldu. 8'den geriye doğru sayın, ben burda yokum...


EKLEME
Aramızda da az Ezelsever yokmuş hani sayın blogger'lar :) Barakuda sağolsun Kinyas ve Kayra'yı, ve  yöneticim Onur sağolsun 'Kumarbaz'ı ekliyorum :


Kinyas ve Kayra / Hakan Günday

Kumarbaz / Fyodor Mihailoviç Dostoyevski




Kedili İstanbul ** 05-23 EKİM 2010

İlginç bir konu ve resim tekniği bence, bu tüketim dünyasında, özellikle İstanbul gibi büyük metropollerin çöpünün geri dönüşümü herhangi bir şekilde oluyorsa, bu olayı alkışlamamız lazım diye düşünüyor sanatçımız…


Demchenko sokaklarda bulunan oluklu mukavvadan etkileyici ve güzel sanat eserleri yapıyor.


Biraz üç boyutlu sinemayı hatırlatıyor izleyenlere.


Sanatçı Ukraynalı, ama neredeyse yedi göbekten İstanbullu gibi kente aşina. Bu kentin şifrelerini çözmüş bir sanatçı.


Serginin konusu “Kedili İstanbul” . Niye kedi ? diye sorulduğunda.. Çünkü diyor. “Bu şehrin gerçek sahiplerinin kediler olduğu gibi bir fikir var. İstanbul’da her köşe başında kedileri, çatılarda kedileri, arabaların üstünde kedileri görürsünüz.. Şehre çok uyum sağlamış dört ayaklı dostlarımız onlar”…








Lesya Demchenko
“Kedili İstanbul””
Resim Sergisi
ArkeoPera Sanat Galerisi
05-23 Ekim 2010
Pazartesi – Cuma 10.00 – 18.00  Cumartesi 11.00 – 20.00
ArkeoPera Sanat Galerisi
Yeniçarşı Cad. Petek Han No:16/A
34430 Galatasaray-İstanbul
Tel: 0 212-249 92 26

3 Ekim 2010 Pazar

An ancient ritual -≥ 'This is Kilyoos!'

Bu ekibin skeçlerini ilk çıktıklarında komik bulmuyordum, ancak son 1 senedir TV'de gördüğüm an kanalı değiştirmeden severek seyrediyorum. Sıradanlaşmış detayları ve klişeleşmiş cümle kalıplarını, bize iade ediyorlar sahnede.
'- Ben de Malcolm X'im'  şeklinde topluluklarda gaza gelen kişileri sıklıkla kullanıyorlar dikat edin, seviyorum bu klişeyi de :)

Dün tanışmalarının 12. yılını kutlayan, aynı zamanda (erkeği:)) nikah şahidimiz de olan yakın arkadşlarımızın evindeydik. Bir ara içimizden sarışın ve komik olanı (Onur) ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR'ın bu videosunu izlerken kopuyordu, ki izledikten sonra bende de aynı etkiyi yarattı.

Buyrun, sıra sizde :)

300 GÜNÜBİRLİKÇİ


300 Günübirlikçi - battle of kilyos
Yükleyen kotusozluk. - En harika videolar burada

1 Ekim 2010 Cuma

Ve karşınızdaa 'AJANADA DERGİ' Ekim sayısı

Çok çok heyecanlıyım, çünkü bugün AJANDA’nın yeni sayısı çık.

Bu  ay dergide neler var neler şöyle bir göz atalım :

Film Ekimi’ndeki gösterime girecek filmlere Akın’ın yorumlarıyla hızlıca bir bakış ,

Banu’dan, en sevdiğim yazalradan Reşat Nuri Güntekin’in, ‘Acımak’ kitabının incelemesi,

Bu ayki konuk yazarımız Elif’in, gündeme bomba gibi düşen Haluk Bilginer’in  sanatçı yavşaklığı’ hakkında 46 dergisine verdiği  röportaj sonrası yorumu,

Duygu’nun, FİBA süresince yayınlanan rekamları değerlendirmesi,

Veeeeee bendenizin gerçekleştirdiği AHMET ÜMİT röportajını okuyabilirisniz.

Ayrıca, benim için bu ay’ın hazırlık süreci pek keyifliydi. Minyatür maketler yapan, tasarımcı ASLI ERATAÇ ile tanışma fırsatı buldum. Güleryüzü ve (eşiyle beraber) sahip olduğu müzik zevki sayesinde güzel bir Pazar geçirdik. İşte o günden bir kaç kare.

(Arkadaşım Bilge ve Aslı sağolsun, YO YO MA adlı müzik dehasıyla tanışmış oldum)

Aslı çalışırken çektiğim bir kare

ve buyrun size minyatür FIRT dergisi :)


Buraya tıklayarak Aslı Erataç'ın sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Ve dergide yer alan diğer konular, yani daha daha fazlası için sizi dergiye bekliyoruzzz...

(Arkadaşlar, hala AJANDA’ya üye olmadınız mı yoksa? (Çoktaaan indirip, okumuş olanlara sözüm yok tabi ;) )
Tek yapmanız gereken, BURAYA tıklayp ekranın sağ üst köşesindeki  FEEDBURNER  linkinden  üye olmak. Böylelikle her ay dergi çıktığında size mail ile bilgisi gelecek.)