24 Ekim 2013 Perşembe

Sakız Adası'nda tatil

Geçen sene Sakız Adası'na günübirlik uğramıstık, ıssız bir Pazar günüydu ve gördüğüm diğer Yunan Adaları'nın yanında bana pek de ilgi çekici gelmemisti. Bloga bunu yazdığımdaVladimir 'olur mu öyle sey, o ada harikadır' yazmıstı yorum olarak.
Bz zaten bayram için Çesme'de olacağımızdan (esimgiller Çesmeli de), Sakız'da da 4 gün bebesiz tatil yaptık. Sağolsun Vladimir maille bana nerede kalınır, ne yenir vs. pek çok sey anlattı ve hoopp 45 dk'da feribotla ver elini Yunanistan!

Vize almak gerekli… Feribot bileti ise kisi bası gidis-dönüs 50 Lira bile degil…
Bz adanın Kampos bölgesinde kaldık, mandalina ağaçları icinde cok güzel bir yer ve sehir merkezine de yakın. Bisikletle çok rahat limana gidip gelinir, sanırım 7 km idi.
Bakın burası kaldığımız otel ve manzarası:



Sabahları o çevrede yürüyüs yapmak ve bisiklete binmek, mis gibi havasını koklamak ömrüm boyunca hatırlayıp mutlu olacağım anılarımdan…


Kalamar, karides hem çok lezzetli hem de kocaman porsiyonlar 5 EUR gibi TR'ye göre ufak rakamlardı. Sakız rakısı, likörü, turunç reçeli, yarı tatlı ev sarapları favorimdi.




Mimarisi ve ortaçağdan kalma köyleri ise adanın en etkilendiğim kısmı oldu. Bozmamılar, yıkıp yerine yenisini yapmamıslar!






|ste böyle, bir Yunanistan seyahatinın daha sonuna geldik, ama ben komsuyu rahat bırakmaya niyetli değilim, çıkıp çıkıp gitmeyi planlıyorum.

22 Ekim 2013 Salı

2 yaş sendromu, bi git!


Bu günleri yaşayacağımı düşünmezdim açıkçası. Benim laftan sözden anlayan, sepet gibi ordan oraya rahatça taşıdığım insan ufalağım artık bir ergene dönüştü.
Sorduğum sorulara tam tersi cevap veriyor: 
Ben -Efe süt içer misin annecim
Efe -İçmem!
Ben -Tamam oğlum
Efe -İçiceeemmm, süt içicem!

Sabah akşam evden bir ağlama sesi yükseliyor. Neden ağladığı muamma?
Kendini yere atıyor ve orda 'uuuuuu, üüüü' diye yalandan gözyaşları döküyor.
İlgilenmiyoruz, susmuyor.
İlgileniyoruz, daha çok bağırarak ağlıyor.
Kucağımıza almaya kalkıyoruz, tepiniyor.
Çaresizi kalınan anlardan biri.
Mesela bu sabah 05:20'de yatağında ağlayarak uyandırdı. Babası gitti, 'anne gelsin' diye ağlamaya devam etti. Ben gittim ağlama kesilmedi, kucağıma alayım dedim ı ıh, odadan çıktım hala ağlıyor. Böyle 15 dk Engin'le çabaladık. 
Sakin kalmaya çalışıyoruz, doğru olan bu...
O, henüz 1 Metre boyunda bile olmayan bir ergen. Dünyanın çevresinde döndüğünü düşünüyor, kendini ispat etmek istiyor ...
26. ay maceramız bu şekilde, umarım bir kaç aya atlatırız. Çünkü bizimki de can :)


10 Ekim 2013 Perşembe

Birsen Tezer - Çal Kapımı



Geçtiğimiz gün Akbank Caz Festivali kapsamında Caddebostan Kültür Merkezi’nde ‘BİRSEN TEZER’ konserine gittik Sinem’le.
Dinlemeye doyamıyorum, kulağımda sürekli onun şarkıları...
Sözlerin güzelliğine bakın: ('şeffaf çizdim ben zaten kendimi...')

bayat bir somun ekmeğin
kokusuyla boyuyorum sarıyı
bak bu köşede gözlerin
eksiltiyorum ruhumu her fırçada

çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz

bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi

çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz

sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi

çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz


8 Ekim 2013 Salı

Durumlar değişiyor, kişiler aynı...

8 yıl durmadan çalış, sonra 2 yıl evde çocuk bak. İşte hayatımın bir bölümünün özeti :)
Tamamen kendi tercihimle Efe doğduktan sonra işe dönmedim, daha doğrusu 10 aylık yasal iznimin ardından işe başlamam gerekirken, son hafta yapamayacığımı anlayıp işe istifa etmek için gittim.
Bizim şartlarımız etrafımdaki arkadaşlarımdan farklıydı. Hemen hepsinin ya annesi ya kayınvalidesi destek olabilecek durumda ancak biz yurt dışında yaşayan bir aileden farksızız, benim annem melek oldu uzun yıllardır bizimle değil, Engin’inki ise şehir dışında yaşıyor.
Minicik bebeğimi bir başkasına emanet edemedim, çalışmamın gerekliliğini sorguladığımda evde kendi çocuğumla vakit geçirmenin çekirdek aileme yapabileceğim en anaç jest olacağına karar verdim :)
2 yıl sadece Efe ve ben. Dünya ikimizden ibaretti. Anne sütünü yeterince almış mıydı? Hasta olunca antibiyotik içmeseydi iyiydi, mağazaların çocuk reyonları ilgi çekiydi, Televizyon izlemesindi, onun için aktiviteler hazırlamalıydım, renkleri de öğrensindi, günü mutlu tamamlasındı, şımarık da olmasındı, kendimle ilgili bir şey yapacak olsam bile ikimizin müsaitliğini düşünmeliydim, onu kime bırakıp kuaföre gidebiliridim? Dikkatini sürekli çocuğa veriyorsun, üşümesin, düşmesin, acıkmasın, prize dokunmasın, kırmasın, temiz kalsın.. Uzar da gider. Ki görebileceğiniz en vurdumduymaz, telaşsız anne profili olmaya adayım. Çocuğunun peşinde bir tip hayal etmeyin bunları yazdım diye.
Onun sayesinde evde olmanın keyfini gezerek çıkardım ben de, müzelere gittim, sergiler gördüm, akrabalarıma, arkadaşlarıma gittim, evimize misafirler geldi, her hafta bir pazara çıktık :) İş stresini yaşamadığım ancak daha farklı kaygılar beslediğim 2 yıl… Gönlüm bir çocuğum daha olmasından yanaydı (hala da öyle) ancak bir kez daha olmayan şeyler için şükrediyorum. Çalışmaya başlayınca anladım ki birkaç yıl daha evde olmak bana hiç iyi gelmeyecekmiş. Yavaş yavaş eskiden çookk severek yaptığım aktiviteler yerini rutine bırakmaya başlamıştı. Tamam haftaiçi her yer boş, gezmek, trafikte olmak kolay ama çalışırken de programlıyabiliyorsun boş vakitlerini, dünyanın sonu değil. Şanslıysan iş yerinde güzel dostluklar kurabiliyorsun, aktivitelere katılıyorsun (bizim şirket bu konuda master) hatta size sevindiğim başka bir şeyi söyliyeyim biraz komik: öğlen yemeklerini sen yapmıyorsun :) :)

Efe 2 yaşını bitirdi, onun bu seneyi evde geçirmesini istemedik, yaşıtlarıyla ve çocuk gelişimi konusunda eğitimli insanlarla bir arada olsun deyip onu da kreşe gönderiyoruz. Bir ay oldu, hep burnu akıyor. Kreşin kötü tarafı bu maalesef, sık hasta olması. Olsun erkenden bağışıklığı güçlenecek diye düşünüp motive oluyorum. Dili iyice çözüldü, şarkılar, türküler evde Efe varsa sessiz 1 dk geçmesi imkansız. ‘Minimini guş konmuştu, pıpırederken canlandı’ favorilerinden :) İlk 2 hafta direnç gösterdi kreşe gitmemek için, çığlık kıyamet bırakıyordum okulda, anladı ki kararlıyız, kaytaramayacak mecbur alıştı. Kah güle oynaya, kah ‘okula gitmiycem’ blöfleriyle çıkıyoruz sabahları evden. Okulda keyfi yerindeymiş, uslu kuzu yaramazlık bile yapmaya başlamış artık. Arkadaşlarının yanında daha kendine güvenli duruyor artık, kreşin kişiliği üzerin etkileri ilk aydan gözle görünür biçimde belli. Kızını erken yaşta kaybeden akrabamız ‘Sabah çıkıp akşam evine geliyor ya bu yeter’ dedi bana bir sohbetimizde. ‘Çok haklısın’ dedim, söyleyecek kelime yok. Zaten serzenişler, ‘kahretsin bu niye böyle’ isyanları bana lüks gelir. Uzvu eksik ancak spor, sanat yapan insanları aklıma getirir utanırım, biz çaresiz bir hastalıkla mücadele ettik ailece; o günleri düşünüp çözümü olan soruna takılıp kalmamaya çalışıyorum. Üzlüyorsun tabi, moralin bozuluyor ‘bağzı şeylere’ demek istediğim o değil, ama ‘çocuğum küçücük vah vah kreşlere gitmek zorunda kaldı’ noktasında değilim onu demek istedim. Çok şükür onu emanet edebileceğim sıcak bir kurum buldum nokta. (Eti senin kemiği benim de demedik tabi müdüre Hanım’a canım :) bizim de bazı kriterlerimiz var :) )
Böyle işte, hayat kısa. 32 yıl ne zaman geçti? Ben ne ara anne oldum, 7 sene önce evlenmişim vs. vs. Daha kaç yıl var önümüzde kimse bilmiyor. Biz düzenimizi böyle kurduk şimdilik, sabah kafile şeklinde çıkıyoruz evden ekmeğimizin peşindeyiz :) Sonra? Sonrası iyilik güzellik…



Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiir

Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.


Turgut Uyar

6 Ekim 2013 Pazar

13. İstanbul Bienali: 'ANNE BEN BARBAR MIYIM?'

2 sene önce Bienal'e karsı olan tavrım biraz küskündü. Neden bu kadar anlasılmaz yaptıklarını yıllardır anlayamıyorum çünkü. Tamam davam 'manzara resmi çizsinler biz da bakıp beğendim, beğenmedim diyelim' değil ancak en azından 'sadece siyah ve beyaz çizgilerden olusan esere bakarak azınlık hakları hakkında fikir yürütemeyeceğim' organizatörler tarafından anlasılsın.

13. İstanbul Bienali'ni rehber ile gezdik, bu sefer çok farklıydı benim için her sey :)
20 Ekim'e kadar Beyoğlu'ndaki Salt ve Arter Sanat Galerileri, Rum Okulu ve İstanbul Modern'de ücretsiz olarak gezebilirsiniz. Belli saatlerde rehber hizmeti var, bedeli tam 20 - öğrenci 10 TL.




Şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılanan 13. İstanbul Bienali’nin başlığı Anne, ben barbar mıyım? sanat ve edebiyat, özellikle de şiir arasındaki ilişkiyi merkezine alıyor. Aynı zamanda “barbar” terimiyle, “öteki”leri anlamak için öğrenmemiz gereken veya “gelecek dünya”yı anlamlandırabilmek için keşfetmek zorunda olduğumuz yeni ve bilinmedik dillere işaret ediyor. Bienal sanat aracılığıyla “kamusallık” kavramını yeniden düşünme imkânı yaratmayı, yeni düşünce ve hayal gücü kanalları açmayı ve kamusal bir buluşma ve tartışma zemininin yaratılmasına katkıda bulunmayı hedefliyor. 

13. İstanbul Bienali sergi mekânlarından Antrepo no.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu ve ARTER’de her gün 11.00, 13.30, 15.00 ve 16.30 saatlerinde Koç Holding sponsorluğunda rehberli turlar gerçekleştirilecek. Rehberli tur biletleri mekân girişlerindeki gişelerden ve Biletix satış sistemi üzerinden satın alınabilir.